HÜRREM SULTAN
(?-İSTANBUL 1558) K. Sultan Süleyman'ın eşlerinden olup kimliği hakkında sağlıklı bilgiler yoktur. Leh, İtalyan, Fransız olduğu söylenir. Galiçya'da Lipa Irmağı kıyısında bir köy papazının kızı olduğu kuvvetle muhtemeldir. Büyük bir ihtimalle Galiçya ve Ukrayna ya yapılan akınlarda ele geçirilip İstanbul'a getirildi. Osmanlı sarayında şen ve güler yüzlü olmasından dolayı kendisine Hürrem adı verildi.
Kanuni İle ne zaman tanıştığı bilinmemekte olup Şehzade Mehmet'i doğurduğu tarih göz önünde bulundurulursa Cülustan hemen sonra eşi olduğu hesaplanır. Şehzade Mehmet doğar doğmaz Kanuni tarafıdan nikâhlanması Şehzade Mustafa'nın annesi Mehidevran(Gülbahar) Sultan ile aralarında büyük bir çekişmeye yol açtı.1526 da aralarında çıkan tartışma sonucu Gülbahar Sultan Oğlu Şehzade ile birlikte Manisa 'ya gitti.1533 te Padişah'ın annesi Hafsa Sultan da ölünce Kanuni'nin üzerinde büyük etkisi olan Hürrem Sultan, sözü geçer duruma geldi.
Tutkulu ve Zeki bir kadın olan Hürrem Sultan Şehzadeleri doğurduktan sonra kendi oğlunun Padişah olması için entrikalar çevirmeye başladı. İlk olarak Sadrazam Makbul İbrahim Paşa'yı ortadan kaldırtmaya çalıştı. Şehzade Mustafa Konya yakınlarında boğdurulunca Kendi oğluna açılmış oldu.1536 da Makbul İ. Paşa da ortadan kaldırıldı. Sarayda ipleri iyice eline alan Hürrem sultan Rüstem Paşa ile evlendirdiği kızı Mihrinah sultan ile üçlü bir güç birliği oluşturdu. Kara Ahmet Paşa Hürrem Sultan'la ters düştüğü için sadrazamlıktan alınarak öldürüldü. Mehmet ve Cihangir'in ölümünden sonra sağ kalan Selim ile Beyazıt birbirlerine düştüler. Kanuni Selim'i Hürrem Sultan ise Bayezit'i tutuyordu. Beyazıt ile selim arasındaki çatışmayı kaybeden Beyazı İran'a kaçınca çok üzüldü. Bu üzüntüyle Padişahla Edirne'ye gittiyse de orada rahat edemedi. Ölümü üzerine Süleyman iye camii avlusundaki türbesine gömüldü.
Hayatı birçok esere konu olan Hürrem sultan İstanbul'da Edirne 'de birçok hayır ve hasenat eseri yaptırdı.
HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR
İstanbul 1864–1944 Yazar Hastalığı yüzünden mülkiye öğrenimini yarıda bıraktı. Bazı küçük memurlukların ardından Ahmet Mithat'ın desteğiyle yazarlığa adım attı. Milletvekilliği dışında yazarlık onun yaşamını sürdürme kaynağı oldu. Servetifünunculara katılmadan halk yazarı kalmayı yeğledi ve bunu da sürdürdü. İlk eseri Şık zamanın züppeliğini, alafrangalığını, batılılaşmanın keskin eleştirisi oldu. Meftun, Ben dilimiyim, Utanmaz adam aynı örnekler le devam eder. Mutallaka'da (Boşanmış kadın 1898) aile geçimsizliklerini, Mürebbiye’de (1899) alafranga yakınlılar içindeki ev sarsıntılarını işledi. Güldürürken düşündürmek, eleştirirken öğretmek yöntemiyle Gürpınar, hep İstanbul konak, köşk, çevrelerinden konular seçerek ürünlerini çoğalttı. Bir Muadele-i Sevde (1899) Metres (1899),tesadüf, Nimetşinas, Bir gazete tefrikası izinsiz ve karşılıksız olarak başka gazetede de yayımlanınca eser çıkarmaya ll.Meşrutiyete kadar ara verdi. Her zaman gerçekçi, ara sıra doğalcı yöntemle gözlem gücünü kullanarak bütün çevreleriyle İstanbul yaşamını romanlarında işledi.54 Eser yazdı. bunlar: Kuyruklu yıldız altında bir izdivaç,Gulyabani,Cadı,Hakka sığındık, Toraman, Son Arzu, Cehennemlik, Meyhanede hanımlar, Billur Kalb, Muhabbet tılsımı,.....ayrıca 7 öykü ,iki oyunu vardır. Ölümünden sonra altı romanı daha basıldı.
Daha ilk romanından başlayarak ,çoğunlukla eski ile yeni çatışmasını ana tema olarak seçmiş ; böylece kimi yapıtlarında geleneklerin yıkılışı sırasında eskiye bağlanamayan ,yeniyi de hazmedemeyen taklitçi ,züppe tipi (şık,Şıpsevdi,1911 vb) eleştirmiş kimi yapıtlarında insan içgüdüsüyle toplum kuralları arasındaki uyuşmazlık üzerine durmuş ve eski devrin katı ahlak kuralarıyla bağdaşamayan yeni düşünceli insanın eski düzen içindeki mutsuzluğunu ve bunun aile kurumu üzerindeki olumsuz etkisini (iffet,1896;Mutalaka,1898;Tesadüf,1900;nimetsinas,1901;bir mubadele-i Sevda ,1899;Sevda peşinde ,1912;Son Arzu,1922) göstermiştir.
l.Dünya savaşı içinde maddi manevi bütün değerler alt üst olup ta toplum katları arasındaki farklar daha keskin çizgilerle ortaya çıkınca ,yazar eskiden toplumla birey arasındaki uyuşmazlıktan doğduğunu belirttiği kötülüklerin ,bu kez katlar arasındaki uçurumdan ,güçlü ile zayıf arasındaki çatışmadan doğduğu görüşüne varmış "gücü yetenin yetmeyeni bağırta bağırta yemesi" nden (Kaynanam nasıl kudurdu,1927)yakınmış ,yalnız çıkar kaygısına dayanan ilişkilerin doğurduğu sapıklıkları ,kudurganlıkları göstermiş; ilk romanlarında görülen züppe tipinin yerine ,bu kez, yaşam savaşında başarı kazanmak için ahlaksızlığı ilke edinen kişileri ele almış ,bunların çıkar ve zevk elde etmek için bütün değer yargılarını nasıl çiğnediklerini işlemiştir.(Hakka sığındık,1919;Billur Kalp ,1926;Tebessüm-i elem,1923;Cehennemlik,1924;Muhabbet tılsımı,1928;Ben deli miyim?;Kokotlar mektebi,1928;Utanmaz adam,1934vb.)
Genelde gözleme dayalı bir yöntemi benimsemekle birlikte, anlatmak istediği şeyleri daha iyi belirtebilmek için, kimi zaman abartmaya da kaçmıştır. Romanları "töre romanı" dır. Büyük konak ve yalılarda yaşayan insanlardan en kenar mahallelerde yaşayan yoksul halka kadar, paşası, efendisi, hanımı, küçük beyi, gelini, kaynanası, mürebbiyesi, metresi, züppesi, zamparası, delisi, doktoru, hacı, hocası, üfürükçüsü, tulumbacısı, dilencisi, bile eski İstanbul'un her kesiminden insanların onun yapıtlarında (Kendi çevreleri, kılıkları, görenek ve gelenekleri, düşünceleri, inançları, dilleri ve her türlü özellikleriyle) yaşamakta; İstanbul’un atlı Tramvayları (Şıpsevdi),Kâğıthane âlemleri (Bir muadele-i sevda) ramazan gecelerinde Şehzadebaşı gezmeleri (Son Arzu),mahalle baskınları (Tebessüm-i elem),Ölü gömme törenleri (Hayattan sayfalar),Kenar mahalle kadınlarının konuşmaları (Tesadüf) vb. bütün ayrıntılarıyla yazıya geçirilmiştir. Sanat için sanat" görüşünü benimseyen Edebiyat-ı Cedideci ler aydın kişilere seslenirken, Hüseyin Rahmi doğrudan doğruya halk tabakasına seslenmiştir. Bütün yapıtlarında halkın eğitim düzeyini yükseltme amacını gütmüş böylece Edebiyatı Cedide görüşünün tam tersine ,"toplum için sanat " görüşünü benimsemiştir. Kendisini "Kırk yıldır kafasına doldurduğu felsefeyi etrafına saçan bir mürebbi" diye gören yazar halkın bilgisini genişletme işini tıpkı Ahmet Mithat gibi hikâye aracılığıyla yapmaya çalışır. Ondan ayrıldığı nokta öğretmek istediklerini kendi ağzından değil kahramanlarının ağzından vermesidir.
Cümleleri kuruluş bakımından kusursuz olmakla birlikte üslubu özenli değildir. Üsluptan önce düşünceye önem vermiş, sağlamlığı süse yeğ saymış, bütün yapıtlarını süssüz sade ve doğal bir anlatımla yazmıştır. Dille edebiyatın birbirinden ayrılamayacağını savunmuş. Böylece kedi çağını aşıp geleceğin dil ve sanat tutumun ayol açmıştır.
HÜSEYİN NİHAL ATSIZ
(1905–1975) Şair ve Yazar, Büyük Türkçü ve Türk milliyetçisi. Kadıköy'de ki Fransız Alman, Süveyş’teki Fransız okullarında ilk ve orta öğrenimini gören Atsız Osmanlı İttihat Mektebi’nde, İstanbul Sultanisi' nde de okudu.1922 de sınavla Askeri Tıbbiye Mektebi'ne girdi. Kabataş Lisesi’ndeki yardımcı öğretmenlikle başlayan eğitimciliği, çeşitli kurumlarda sürdü.1931 de Türkiyat Enstitüsü'nde asistan oldu.17 sayı yayınlanan Atsız Mecmuasında "Irkçılığı savunduğu" gerekçesi ile görevinden alınarak Malatya Ortaokulu öğretmenliğine gönderildi. Burada Orkun, 1952 sonrasında Orhun,1964–1975 arasında da Ötüken dergilerini çıkardı.1944 te "Irkçılık Turancılık" davasından 6,5 yıl hapis cezasına çarptırıldıysa da Askeri Yargıtay cezayı bozdu.1945 te salıverildi. Türkçülük görüşünün, Cumhuriyet Dönemi'nde yeni düşünsel ve siyasal temellerini oluşturanlar arasında anılan Atsız'ın Makale, öykü, tarih ve yazın tarihi üstüne çeşitli çalışmaları vardır. Türklerin Ergenekon’dan çıkışını anlatan ve yeniden devlet kurmalarını konu alan romanları Ötüken yayınları tarafından " BOZKURTLAR" adı altında yayınlandı, Bu kitap "Bozkurtların Ölümü" ve "Bozkurtlar Diriliyor" diye iki bölümden meydana geliyor.
Başlıca eserleri: Çanakkale’ye Yürüyüş(1933),Dokuz boy Türkler ve Osmanlı Sultanları Tarihi(1939),Türk Edebiyatı Tarihi(1940),Yolların sonu (Şiir kitabı 1944),Aşıkpaşaoğlu Tarihi (1970),Ruh Adam (Roman)